KENT HAKKI

Radikal Gazetesi
'5366 Cinayeti' karşısında kent hakkını inşa etmek

06/11/2010 14:08
Kent Hakkı'nı, kentte yaşayanların kentin olanaklarına erişimlerinin ötesinde bambaşka bir hakkı, artık tartışmaya açmamız gerekiyor.
Cihan Uzunçarşılı Baysal

Belki de kent hakkı adına el birliği ile Demirören’e teşekkür borçluyuz; bu kadar kritik bir olguyu nihayet basının ve kamuoyunun gözüne sokabildiği için! Tamamen ekonomik kaygılar ve kentsel rant üzerinden şekillenen ve kentin ekonomik büyümesini kentin insani öncelikleri ile çevresel, tarihi ve kültürel değerlerinin önüne koyan böyle bir gelişme modelinin bir ‘cinayet’ olarak adlandırılabilmesi için demek ki o binanın belli bir yüksekliği aşarak cümle-alem İstanbulluya ve basına tepeden–tepeden egemenliğini ilanı etmesini beklemek gerekliymiş!

Meslek odalarının, STK’lar ile barınma hakkı aktivistlerinin ve mahalle derneklerinin, hatta UNESCO, Habitat-AGFE, Avrupa Konseyi, Helsinki Komisyonu gibi uluslararası kurumların tüm uyarı ve ikazlarını göz ardı eden bu sistemin perdesini aralayabildiği ve ayrıca Beyoğlu Belediyesi’nin ihlaldeki ortaklığını da teşhir ederek aslında tüm yerel yönetimlerin (iktidarı ve muhalefeti ile fark etmeden) kentsel ranttan nemalanma adına ‘daha çok kat’, ‘daha çok beton’ / ‘daha çok AVM’, ‘daha çok rezidans’, ’daha çok lüks konut’ ‘daha çok otel’, kısaca ’daha çok 5-yıldız…’ dolayısıyla ‘daha çok rant’ çarkını da gözler önüne serdiği için belki de Demirören’e topluca minnettar olmalıyız.
Öte yandan, bu kentte son beş senedir, üstelik ‘güpegündüz’ nice ‘5366’ ve kentsel dönüşüm ‘cinayeti’ gerçekleşti ama bu cinayetlerin kamuoyuna ‘cinayet’ olarak sunulabilmeleri için demek ki kurban edilenlerin insan değil bina olmaları gerekiyormuş, yazık ki bunu da anladık! Bu bağlamda, basın ve kamuoyundaki muhalefetin çıkış noktası insan faktöründen azade salt estetik bir kaygıdan ibaret kalırsa bu muhalefetin kendisi de en az Demirören AVM kadar kent hakkından sabıkalı olacaktır. Dubai-Manhattan arası bir kent karikatürüne dönüştürülme yolundaki İstanbul’un mahalleleri ile yaşayanlarının başlarına gelenlerden ziyade binalarının estetiğine odaklanan böylesi tek yönlü bir muhalefet, kenti arzu nesnesi bir metaya dönüştürerek ulusal ve uluslararası pazarlara sunmada bir eşik atlama gayretinden öte bir anlam taşımayacağından sakıncalı bir muhalefet olacaktır. Böylece, örneğin, Tarlabaşı gibi başlı başına bir Kent Hakkı ihlali ya da Tophanelilere ‘‘… yaşam tarzlarını Tophane’de koruyamazlar. Kaybettiler’’ salvosu ile bilcümle gecekondu ‘temizleme’ projesi insani bağlamından koparılarak, estetik’ kaygılar adına haklı okunabilecektir.

Oysa bugün geldiğimiz, getirildiğimiz noktada, Kent Hakkı’nı, kentte yaşayanların kentin olanaklarına erişimlerinin ötesinde bambaşka bir hakkı, artık tartışmaya açmamız gerekiyor. Kısaca, kentlilerin yaşadıkları kenti kendi arzularınca şekillendirdikleri, dolayısıyla kentin yapılanmasında bire bir katılımcı oldukları kolektif bir hakkı ya da kentlerin/ mahallelerin en demokratik bir hak talebi olarak kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkını acilen gündeme almamız gerekiyor. ‘Bu ülkede herkes iyi yaşamayı hak ediyor’ ağabeyliğinin 5-yıldızlı projesiyle konuşlandığı Ayazma’dan TOKİ’nin insan silolarına gönderilen nüfusların ve çadırlara mahkûm edilen Ayazmalı kiracıların yaşayageldikleri hak ihlallerini, dünyanın en ‘sosyal’! projesiyle yaşam alanları ellerinden alınan, sosyal bağları ve özgün kültürleri yok edilen Sulukuleliler’in mahallelerinde kalma hakkını, Küçükbakkalköy Romanlarının senelerdir süren çilelerini ya da Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray, Tozkoparan ve bil cümle kentsel dönüşüm/ yenileme mahallesinin başlarına gelebileceklerin bizi nasıl bir İstanbul’a mahkum edebileceğini sorgulama gerekliliğimiz gibi. Küresel sermaye tarafından bu kente dayatılan ve kenti kendi anlayış ve çıkarları ile rant talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiren tüm kentsel yenileme/dönüşüm projeleriyle mücadelemizde bizler de kenti kendi yaşam anlayışlarımıza arzularımıza göre değiştirme hakkını talep edebilir miyiz? Harvey’in deyişi ile ‘yaşam alanlarımızı ve kentimizi kendi arzularımız doğrultusunda değiştirme hakkımızı’ inşa edebilir miyiz? Demirören AVM’nin gulyabaniliğine karşı muhalefeti başlatmışken, bu muhalefetin ‘Emek Sineması Bizim’ deme veya 3. Köprüye karşı çıkma ya da Ataköy sahilinde kamusal alan hakkı için eylemden bir farkının olmadığının bilinciyle, Kent Hakkı’nın tüm bunları ama daha ötesinde mahallelerin ‘yerinde kalma hakkını’ da kapsaması gerektiğini anlayıp, ‘yerinden etme’ projelerini ‘sağlamlaştırarak/yenileyerek-yerinde kalma’ projelerine dönüştürtebilir miyiz?
Alt alta, toparlarsak, insan haklarına dayalı demokratik bir kentin inşası ancak sakinlerinin karar mekanizmalarında katılımcı oldukları ve kentlerini kendi istekleri doğrultusunda değiştirebildikleri ve ayrıca kentin tüm kamusal alanlarında söz sahibi oldukları bir kent ile böyle bir kent hakkının tesisi ile mümkün ise, bugün o ucube AVM karşısında yer alan muhalefet böyle bütüncül bir kent hakkı mücadelesi ya da bir demokrasi mücadelesi yönünde akmalıdır. Zurnanın zırt dediği yer tam da budur ve gerisi laf-ı-güzahtır!

Hiç yorum yok: